APA 7: Şafak, E. K. (2023, July 15). Marksist Yöntem ve Bilimsellik: Metodolojik Eleştiriye Yeni Bir Yaklaşım. PerEXP Teamworks. [Article Link]
Bazısına göre tarihin şifresi, kimine göre bir bilim: Marksizm. [1] Karl Marx’ın tarihteki en etkili isimlerden olduğu şüphesiz bir gerçek. Peki ya etkisi yararlı mıydı? Sorumuzu daha da netleştirmemiz gerekirse, Marksizm, bilimsel olarak geçerliliği bulunan bir görüş müdür? [2]
Marx’ın kendisine geçmeden önce, arka planını anlamak açısından, G. W. F. Hegel hakkında fikir edinmek gerekiyor. Marx, politik hayatının erken dönemini, büyük ölçüde, Genç Hegelciler topluluğunda geçirdi. Bu süreçte Hegel’in diyalektik yönteminden çok etkilendi. Yaşamı boyunca beraber büyük işlere imza atacağı dostu Frederick Engels ile bu toplulukta tanıştı. Politik fikri bu dönemde, mevcut ideologlara karşıtlık üzerine kuruluydu. Bu şekilde büyük bir ün kazandı.
Aynı dönemde, Engels ile uzun seyahatlere çıktı ve Engels’in fabrikatör babasının fabrikasında işçilerle bire bir temasta bulundu. Bu temaslarda büyük potansiyeli fark edecek olmuş ki, Marksizmin bütün yöntemini işçilere odaklı geliştirdi. Hegel’den etkilenmesi aynı zamanda ona Tarihselci bir kimlik kazandırdı. Hegel’in yöntemlerini artık iyice benimsemişti. Bununla beraber Marx, Hegel’i en sert eleştirenler arasındadır. Başyapıtının ön sözünde Marx şöyle yazıyordu:
Benim diyalektik yöntemim, temelinde, Hegelci diyalektik yöntemden yalnızca farklı değil, onun doğrudan karşıtıdır. Hegel için, idea adı altında bağımsız bir özneye bile dönüştürdüğü düşünme süreci, bu sürecin sadece dış görünüşünü oluşturan gerçekliğin demiurgosudur (Yaratıcısıdır). Bendeyse, tam tersine, düşünsel olan (das Ideelle), maddi olanın insan kafasına yerleştirilmiş ve tercüme edilmiş biçiminden başka bir şey değildir… Diyalektiğin Hegel’in elinde maruz kaldığı gizemlileştirme, onun genel hareket biçimlerini kapsamlı ve bilinçli bir şekilde ilk önce Hegel’in ortaya koymuş olduğu gerçeğini hiçbir şekilde gölgeleyemez. Hegel’de diyalektik baş aşağı durur. Gizemsel kabuğun içindeki rasyonel özü bulmak için, tersine çevrilmesi gerekir.
Karl Marx – Das Kapital [3]
Marx’ın ontolojik-epistemolojik olarak bu kadar net şekilde Hegel’e karşı çıkıyor olması, Louis Althusser’ı büyük ölçüde etkilelmiştir. [4] Althusser, Marx’ın Hegel ile birlikte anılmasına büyük bir şiddetle karşı çıkmıştır. Bunun sebebi olarak onun katı bir materyalist olduğu ve dönemin Marksizminin düştüğü çıkmazdan kurtulmaya çalıştığı gösterilebilir. [5] Ancak, Althusser’ın bu denemesi Marx’ı tam olarak yansıtmakta başarısızdır. Marx’ın diyalektiğine göz attığımızda, Hegel’den çok ayrılmadığını görebiliriz. Norman Levine’in işaret ettiği gibi, Marx, Hegel’den
- Devlet, politika ve demokrasi
- Felsefe
- Sivil toplum
konularda ayrılmıştır (Farklılaşma). [6] Fakat, Marx’ın felsefesinde
- Efendi-köle diyalektiği (Sınıf çatışması);
- Tarih
- Metodoloji
konularında ise Hegel’den direkt olarak etkilendiğini söylemek mümkündür. [7]
Bu bağlamda, Hegel’in yöntemini anlamak, Marx’ı anlamak için önemli bir adımdır. Hegel, Alman İdealizminin bir temsilcisi olduğu için, öncelikle Alman İdealizmi hakkında bilgi edinmek, Marx’ı anlamanın kapılarını aralayacaktır.
Alman İdealizmi, en basit haliyle, Immaunel Kant’ın başını çektiği idealist felsefeyi benimsemiş felsefe okuludur. Kant’ın etkisiyle, Alman İdealistleri, felsefelerini büyük ölçüde kavramsal ve metafizik olarak kurdu. Hegel de aynı yoldan ilerledi. Felsefesi büyük ölçüde kavramsal ve metafizik barındırıyordu. Alman İdealizmi, kurucusunun Aydınlanma dönemine denk düşmesi sebebiyle, temeli olmayan bir felsefî ortamda oluştu. Henüz modern felsefenin sınırları yeni çizilmeye başlanmıştı. İşte bu ortamın büyük avantajıyla, Kant’ın felsefesi, sorgulanamayacak görkemde gibi görünüyordu. [8] Bu görkemini, büyük ölçüde, kurgul ve metafiziğe dayanan bir felsefe olmasından alıyordu. August Comte’un, Pozitif Felsefenin Yolu isimli çalışması, (Alman İdealizminin en büyük özelliklerinden olan) metafiziği, düşünce tarihinin geçici bir evresi olarak tanımlıyordu. Ne yazık ki, bu eser, Kant’tan da Hegel’den de sonra yayımlanmıştır ve idealizmin iki büyük ismin bu yeni pozitivist karşı-çıkışa vereceği cevabı hiçbir zaman görememişizdir. Comte’un eserinin, Alman İdealizminin en üst noktada olduğu dönemle denk düşememesi, idealist felsefenin ilerleyişinde büyük rol oynamıştır. Olgusal bir karşı-çıkış olmadığı için, kurgul felsefe güçlü bir şekilde yoluna devam etmiştir.
Hegel Kant’ın geleneğini takip etmiş olsa da, Kant’ın tansdantal idealizmini aşarak idealizme yeni bir soluk getirmişti. Yine Alman İdealizmi’nin bir üyesi olarak görünse de, onun felsefesi “mutlak zihin” üzerinden şekillenmişti ve bu bakımdan idealizm ve rasyonalizmin en aşırı noktasıydı. Hegel felsefesindeki en önemli noktalardan biri (Veya hatta en önemlisi) olarak tanımlayabileceğimiz diyalektik, Kant’tan etkilenmesinin bir sonucudur. [9] Hegel diyalektiği, en basit haliyle, öznelerin veya genel olarak varlıkların, birbirlerini sürekli bir biçimde koşullandırmak suretiyle döngüsel bir değişim süreci içine sokmaları, bu devinimin nihai ve en üst noktaya ulaşılana kadar durmaması; varlıkların bu şekilde birbirini dönüştürmesidir. [10] Hegel’e göre soyut kavramlar gerçeği olduğu gibi yansıtamaz, bunda yetersiz kalır. Bunun sebebi, gerçeğin, dinamik bir süreç olmasıdır. Bu, diyalektiğin temel kabulüdür. Gerçek, dinamik olduğu gibi, içinde çeşitli olumsuzlamalar ve çelişkiler barındırır, soyut kavramların yetersizliği, yeni bir yöntem arayışını doğurmuştur. Bu yöntem ise, temellerini Kant’tan alan, fakat, Hegel tarafından geliştirilen diyalektiktir. Gerçeği ifade edebilmek için ondaki tüm doğruları belirtmemiz (Ve bilebilmemiz) gerekir. İçkin çelişkileri olduğu için, gerçeği ancak diyalektik yöntem ortaya çıkarabilir. Çünkü, diyalektik yöntem, çelişkilerden doğruya ulaşmaktadır. [11] Hegel diyalektiği meşhur tez-antitez-sentez üçlemesinden oluşur.
Düşünme süreci, soyut ve tümel kavramla başlar:
- Tez: Bu kavram bir çelişki yaratır
- Antitez: Birbiriyle çelişen iki fikir ise karşıtların birliği ilkesinin sonucu olarak üçüncü bir kavramda birleşir.
- Sentez: Sürecin sonucunda ortaya çıkan üçüncü kavram (Sentez), yeni bir çelişkiye yol açar ve diyalektik süreç tekrar başlar.
Bu sebeple diyalektik, asla durmayan dinamik bir süreçtir. Doğanın diyalektiği, çelişkiye yol açmayacak en üst kavrama ulaşılana kadar devam eder. Bu bağlamda, bir düşünce, zorunlu olarak başka bir düşünceye bağlıdır; çünkü, önceki düşüncenin çelişkisinin uzlaştırılmasıyla ortaya çıkmıştır.
Hegel’in tarih anlayışı üzerine değerlendirmemize başlamadan önce, tarihselcilik ve Hegel’in temsilcisi olduğu tarihsicilik kavramları hakkında bilgi edinmeliyiz. Erich Rothacker, tarihselcilik kavramından farklı olarak tarihsicilik (Historicism) kelimesini önermektedir. [12] Tarihselcilik tüm tarihi olayların tekrar edilemeyeceğini, her olayın kendi dönemi özelinde değerlendirmesi gerektiğini savunan görüştür. Tarihselci görüşe göre, tarihsel olaylar her zaman bir gelişimin bileşeni olarak tarih denen sürecin nesnesidir. 1920’lerde en yüksek etkiye sahip olduğu dönemi yaşarken, tarihselcilik, büyük ölçüde pozitivizmin etkisindeydi. Seçilmiş olgulara dayanarak pozitif tarih analizinin yapılmasına öncülük ediyordu (Seçilmiş olgu vurgusuna dikkat etmenizi rica ediyorum, ilerleyen kısımlarda bizim için önemli olacak) Rothacker’e göre, tarihsicilik, Hegel ve Marx’ta gördüğümüz gibi; filozoflara, aynı pozitif bilimlerde olduğu gibi, insanlık tarihini de ilkel mekanik analojilerle açıklayabilecekleri cesaretini veren bir natüralizm/kadercilik türüdür. [13]
Burada araya girmek istiyorum. Marx’ı saf bir kaderci olarak ele almamalıyız, böyle bir tavır takınmamız onun yalnızca bir yönünü değerlendirmemizi sağlayabilir. Marx’ın belirlenimci mi yoksa iradeye bağlı bir devrim mi öngördüğünü, onun eserlerinden tam olarak anlamamız mümkün değildir. İki türlü de tespitleri ve tahminleri mevcut olduğundan yapısalcılar (Belirlenimciliğini kabul edenler) ve iradeciler (İradeciliğini kabul edenler) büyük bir fikir ayrılığı yaşamaktadır. Bu tartışma, aslına bakarsanız, bir sonuca bağlanmayacak gibi görünüyor. Belirlenimcilik, iradeyi yok saymaktadır, iradecilik ise belirlenimciliği yok saymaz. Bundan dolayı belirlenimci tutum, bir kere kabul edildiğinde her zaman baskın gelir. Kanımca Marx, “Homo faber” olarak tanımladığı insan görüşünü kenara atmak istemediğinden dolayı saf bir belirlenimci değildi. İnsanın iradesini kabul etmek istiyordu; fakat diğer tahminleri bununla çelişik durumdaydı. Bu sebeple onu ”Uzlaşmacı kaderci” olarak tanımlamayı öneriyorum: İnsan iradesini yok saymayan fakat kaçınılmaz bir son olduğunu kabul eden bir kaderci.
Hegel’e göre Us, tarihin tözüdür ve sonsuz güçtür. Us, tüm edimselliğin merkezi ve etkinleştiricisidir. Tüm özsellik ve gerçeklik ondadır ve onunla beraber oluşacaktır. Us’un tarihin hem öznesi hem de nesnesi olması Hegel’in tarih anlayışının en önemli noktasıdır. [14] Bu bağlamda tarih bir özgürleşme sürecidir. Özgürleşme, Mutlak İde’nin Tin’e dönüşümüdür. Hegel’in tarih anlayışı da diyalektiği gibi üç aşamalı olarak incelenebilir. Bu üç aşamaların ilki, Tin’in dünyada ortaya çıkışı, yani tarihin başlangıcıdır. Hegel Ussallık ve Tin arasında kurduğu güçlü bağ sebebiyle, Tin’in ortaya çıkışını, ussallığın dünyada var olmaya başladığı an olarak kabul etmektedir. Hegel’e göre tarihin bir özgürleşme süreci olduğundan bahsetmiştik. İşte bu sebeple o, tarihin tözü olarak Tin’i kabul etmektedir. Ona göre Tin’in tözünün özü özgürlüktür, ve bütün bir tarih bu amaç uğruna şekillenmiştir. [15] Hegel, tarihi, sondan başa doğru okumakta ve bu sebeple yöntemini de aynı yolda şekillendirmektedir. Ona göre tarih, son aşamasına -yani özgürlüğe- ulaşmıştır. Tarihin özgürlük aşamasına ulaşması, tözünde öz olarak özgürlüğü barındırması gerektiği anlamına gelmektedir. Bu töz, mutlak İde’dir, mutlak İde’nin dünyadaki şekli ise Tin’dir. Tin, mutlak İde’nin kendisini doğadan dışlamasıyla ortaya çıkar, Tin, tözünü içinde barındırır. Bu sebeple tarih, tin-odaklı gelişmelidir. Hegel bunu, Tin’in “Kendi kendisi ile olması” olarak adlandırır. Kendi kendisi ile olma durumu, özgürlüktür.” … bağımlı olduğum zaman kendimi bir başkası ile bağıntılarım ki, o değilimdir; dışsal bir şey olmaksızın olamam; eğer kendi kendim ile isem, özgürümdür.” [16]
Us’un tarihin öznesi ve aynı zamanda nesnesi olduğunu belirtmiştik, ussallık ve Tin arrasındaki ilişkiye daha sonra değineceğiz; öncesinde Tin kavramı bizim için büyük bir önem taşımakta. Tin’in özü özgürlüktür, fakat, aynı zamanda özgürlüğün tözü Tin’dir. Biraz daha açmak gerekirse, Tin, içinde özgürlüğü barındırır ve aynı zamanda özgürlüğe doğru edimselleşmenin gerçekleşebilmesi Tin’e bağlıdır. Tin’in amacı, kendi içinde barındırdığı özgürlüğü ortaya çıkarmak için edimselleşmektir. Bu yüzden, tarih, Tin’in özgürlüğü kendi içinde barındırması sebebiyle, kendi kendinde ne olduğu hakkında bilgisini geliştirirken sergilenmesidir. [17] Tin, kendini kendisi gerçekleştirmekte ve kendi kendinde ne olduğu bilgisine ulaşmaya çalışmaktadır. Ulaşmaya çalıştığı bilgi gerçeliktir ve kendi kendinedir, aynı zamanda kendidir.
Hegel felsefeyi -onun Kant’tan etkilendiğini söylemiştik- aynı Immanuel Kant gibi, kavramsal olarak tanımlamaktadır. Bu yüzden, tarih felsefesini teorize ederken, bu Kantçı görüşünü terk etmemiş, tarihin ilerleyişinin kavramsal gelişim ile mümkün olduğunu savunmuştur. Buna göre, madde hiçbir gerçek ilerleme sağlayamaz, gerçek ilerleme ve tarihin gideceği nokta kavramsaldır. Kavramsal gelişme dediğimiz şey ise, varlığın, bilme tarafından kavranmasıdır ve bu bahsettiğimiz iki biçim (Varlık ve bilme) yine Us’un kendisindedir. Bu konumu sebebiyle Us, tarihsel ilerleyiş için Tinsel alana girmek zorundadır. [18] Bunun sebebi ise, doğa ve tinsel alan konusunda yaptığı ayrımdır. Ona göre doğa, birbirini dışlayan maddelerin bir bileşkesidir ancak birliği değildir. (Hegel’in felsefesinde birliğin önemine değinmiştik) Mutlak İde bir kavramdır, bu sebeple maddesel bir ilerleyişin merkezi olması mümkün değildir, tarih (Dışlanmış hali Tin olan) mutlak İde’nin töz olduğu bir süreç olduğundan dolayı ilerleme kavramsal alanda mümkündür. Mutlak İde’nin birleştirici görevini gerçekleştirebilmesi için doğayı yadsıması gerekir. Doğanın yadsınması ise, bölümün başında bahsettiğimiz, Tin’in dünyada ortaya çıkışıdır; ve bu, tarihin başlangıcıdır.
Marx’ın felsefesini, yöntemsel olarak, iki başlık altında inceleyebiliriz:
- Materyalist tarihsicilik
- Diyalektik materyalizm
Marx’ın neredeyse tüm politik yaşamı boyunca kimliğinde taşıdığı yöntemi, tarihsicilik, ile başlayalım. Buna göre, bir sosyal bilimcinin görevi doğadaki diyalektik güçlerin tarihte nasıl çalıştığını göstermek ve böylece tarihin gittiği nokta hakkında tahminde bulunmak; veya Kapital’in önsözünde dediği gibi, “Modern toplumun ekonomik hareket yasasını açığa çıkarmak”tır. Marx, tarih boyunca filozofların yalnızca kavramları açıklamakla ilgilenmesine şiddetle tepki göstermiştir, bu çok takdir edilesi bir görüştür. Çünkü, dönem filozofları, ciddi anlamda, elit tabaka olmayı önemsiyordu. Platon’dan etkilendiklerini iddia edebileceğimiz bu görüş, erken modern dönemde politik felsefenin gelişimini yavaşlatmış gibi görünüyor. Edmund Burke gibi, politik olarak yol çizici görevi edinen, filozoflar pek az sayıdadır. Marx’ın bu görüşü, ki sadece kendinin değil, tarihsici yöntemi benimsemiş her filozofun temel felsefesidir; buna göre, görevi sosyal olayları tamin etmek olan filozof, bu şekilde -kendi deyimiyle- toplumun “Doğum sancılarını” azaltmaktadır.
Tarihin Tin’in kendine-yolculuğu olduğu fikri Marx’ı büyük oranda etkilemiştir. Hegel’den etkilendiği bu fikir aslında, Hegel’den aldığı hali, yalnızca yöntemseldir. Marx, Hegel’de Tin olarak gördüğümüz kavram yerine proletaryayı koymuştur (Derin epistemolojik detaylar es geçilmiştir). Onun tarih anlayışını, proletaryanın kendine-özgürleşme süreci olarak okuyabilmemiz mümkündür. Devlet-öncesi insanların, para, özel mülkiyet gibi olgulardan yoksun şekilde komünal olarak yaşadığı yönündeki popüler kabule birçok Marksist de katılmaktadır. [19] İşte, tarih, proletaryanın yeniden bu düzene dönüşü, yani kendine-yolculuğudur. Marx, özgürlük konusundaki fikirlerini direkt olarak Hegel’den esinlenmişti. O, özgürlüğü hiçbir zaman klasik anlamda özgürlük olarak görmemişti. İnsanların politik anlamda devlet veya yasalar karşısındaki özgürlüklerini değerlendirmek, ilgilendiği alanlar arasında değildi. Onun özgürlük tanımı, büyük ölçüde, Hegel’in metafizik şekilde ortaya koyduğu özgürleşmeydi. Bu sebeple onu, klasik özgürlük tanımının bir düşmanı olarak görüp saldırmak anlamsızdır. Büyük ihtimalle, klasik özgürlük tanımına hiçbir zaman direkt bir düşmanlık beslemedi, çünkü ne olduğuyla ilgilenmiyordu. O, kişilerin ruhsal özgürleşmesiyle ilgilenmiş, bütün felsefesini (Karşı çıktığını söylediği) Hegel metafiziği üzerine kurmuştu. Bu nedenle, mirasçıları, gerek devlet gerek felsefe modeli, insanların tercihlerinin yerine Marx’ın kişisel isteklerini koymuştur. Tarihsiciliği materyalizmle birleştiren Marx, Hegel’den en keskin şekilde burada ayrılmıştır. Tarihin bir sınıf çatışmaları süreci olduğunu ve tüm olayların ekonomik arka planlara (Maddesel) dayandığını söylemiştir. Marx’ın tüm çabası kapitalizmi doğru analiz edebilmek üzeredir (Bunu ne kadar başarabildiği başka bir tartışma konusu). Sınıf çatışmaları ise, aynı Hegel’in tarihinin bitişinde olduğu gibi, özgürleşme ile son bulacaktır. Marx, buradaki özgürleşmeyi proleter diktatörlük sonucunda gelecek olan Komünizm olarak tasavvur etmektedir. Aslında, Marx’ın Hegel’den esinlendiği bu fikrin, ve sosyal bilimlerin devrimler hakkında kehanette bulunması gerektiği fikrinin yeni olduğunu söylemek zor. Bu fikirler, milat öncesi dönemde, Platon tarafından ve ondan önce Herakleitos ve Hesiod tarafından savunuldu. [20] Bu fikir, Yahudilerin seçilmiş halk fikri, tipik bir tarihsici fikirdir. Tarih, yazarı olan bir senaryo gibidir, olacak olaylar bir “Peygamber” tarafından haber verilebilir ve bilinebilir. Marx burada, seçilmiş halk olarak proleter (Bazı fikir ayrılıklarına göre çalışan) sınıfı koymuştur. Bunun çalışma prensibini açıklayacak olan ise kendisidir. Toplum buna göre şekil almalıdır. Bu fikirler, insanlığın en eski rüyalarındandır. Bu açıdan Marksizm bir toplum mühendisliği çeşidi olarak ele alınmalıdır.
Marksist tarih analizinin bir diğer önemli yöntemi diyalektik materyalizmdir. Marksizmin en karmaşık kısmı olması sebebiyle (Bu, yazının devamında bizim için önemli olacak) ve konudan ayrı duruşu sebebiyle en basit haliyle bahsedeceğiz. Diyalektik materyalizm, en basit haliyle, tarih yorumlaması için bir yöntemdir (Burada ‘Tarih’ her türlü olayı kapsar, yalnızca geçmiş değil). Diyalektik materyalizmde en sık vurgulandığını gördüğümüz şey metafiziğe karşı çıkıştır. Ancak Popper’a göre Marksizm metafizik bir görüştür, buna daha sonra değineceğiz. “Diyalektik yöntem, doğadaki hiçbir şeyin çevresindekilerden ayrı analiz edilemeyeceğini savunur”. [21] Buna göre, doğada, şeyler (Fenomenler) birbirinden ayrı analiz edilemez ve organik olarak birbirleriyle ilişki içindedirler. “Metafiziğin aksine, diyalektik, gelişme sürecini, nicel değişikliklerin nitel değişikliklere yol açmadığı basit bir büyüme süreci olarak değil, önemsiz ve algılanamayan nicel değişikliklerden ‘Temel değişikliklere’ niteliksel değişikliklere açık olan bir gelişme olarak görür. Niteliksel değişikliklerin kademeli olarak değil, hızlı ve aniden meydana geldiği, bir durumdan diğerine sıçrama biçimini aldığı bir gelişme; tesadüfen değil, algılanamaz ve kademeli niceliksel değişikliklerin birikmesinin doğal sonucu olarak ortaya çıkar”. [22] Bu tanımlama çok önemlidir, çünkü, karşımıza devrim kavramını çıkarır. Bahsedilen hızlı değişim, devrimdir.
Tarihsiciliğin, siyasetin gidişatı hakkında, kehanetlerde bulunmayı görev edindiğinden bahsetmiştik. Günümüz Marksistleri, bu kehanetlerde bulunurken, Marx’ın (Ve Engels’in) kullandığı argümanları sadece ve sadece tekrarlamak yoluyla dogmatik-akademik duruşlarını koruma gayretindeler. Marksistlerin bu duruşu üzücüdür, çünkü Marx, her ne kadar metodolojik olarak bunu reddedecek olsa da, *Kapital’in önsözünde; “Bilimsel eleştiriye dayanan her görüşü memnuniyetle karşılayacağını” yazmıştı. [23] Peki, metodolojik olarak bunu reddetmesi derken tam olarak neyi kastediyoruz? Sanırım, metodolojik eleştirimizi iki başlık altında toplamak en yararlısı olacaktır.
- Yöntemsel (Başlangıç noktası itibariyle görülen) çelişki
- Ad hoc yöntemi
Yukarıda diyalektik materyalizm hakkında yeterli bir girişte bulunmuştuk (Veya yeterli olduğunu varsayarak devam edeceğim). [24] Bu bağlamda, diyalektik yöntem, Hegel’den alındığı halinden, temel kabuller anlamında, çok uzak bir noktadadır. Yöntemsel olarak aynı kalan diyalektiğin bazı temel kabulleri, Marx tarafından, devrimci politik görüşe zemin oluşturması amacıyla dönüştürülmüştür. Zamanla Bilimsel Marksizm olarak anılan yöntem/görüşün temeli olmuştur. Marksizmin yöntemsel güvenilirliği ile ilgili problem ise tam olarak burada başlamaktadır.
Karl Popper, tarihsiciliği, insanın doğasını, kaderini anlamış gibi yapmak yoluyla, özgürlüğünü ve yaratıcılığını kısıtlayan bir çeşit yöntem olarak görmüştür. [25] Daha önce bahsettiğimiz, seçilmiş halk ve kadercilik gibi batıl inançlar tarihsiciliğin temelidir. Bu bakımdan, dini, “Halkın afyonu” olarak gören [26] Marx’ın; eleştirdiği yöntemleri büyük ölçüde kendi hipotezini doğarulamak için kullanarak açık bir çelişkide olduğu iddiasında bulunabiliriz. Marx’ın tarihsiciliği konusunda değinmemiz gereken bir diğer nokta, doğa bilimleri ile ilişkisidir. [27] Marksizm, pozitif bilimlerden büyük ölçüde etkilenmiş bir görüştür. Newton’ın fizik alanındaki başarılı “Kehanetleri”, Marksizmin, bunu sosyal bilimler için de aynı şekilde düşünmüş olmasına yol açmıştır. Fakat, sosyal bilimleri, pozitif bilimin yöntemleriyle analiz etmek mümkün değildir. Örneğin, biyoloji biliminin, fiziko-kimyasal süreçlerle açıklanabilir olup olmadığı konusundaki tartışmalar hala sürerken -biyoloji alanı gibi deney yapma imkanına veya izole ortamlara sahip olamayan- sosyal bilimlere bir yöntem değişikliği önerisi her yönden sakıncalıdır. [28] Bu konuda söylediklerimi daha açık hale getirmem gerekiyor. Marx (Ve Marksistler) gerçekten de doğa bilimlerinin bir hayranıydı. Newton’ın fizik yasaları konusundaki başarısı, onu ve takipçilerini kendine hayran bırakmıştı. Kant’ın Newton’dan ne kadar etkilendiğini göz önünde bulundurursak; öğrencisi olan Hegel ve Hegel’in öğrencisi olan Marx’ın da Newton’a hayran olması şaşırtıcı değildir. Frederick Engels’in Dialectics of Nature’ını okuduğunuzda, adeta bir doğa bilimcisi okuyormuş gibi hissedersiniz. Engels, doğa bilimleri üzerine o kadar eğilmiştir ki, neredeyse bütün felsefesi, cansız varlıkların analizinden insan doğası hakkında çıkarım yapmak üzerinedir. Popper’dan öğrendiğimiz gibi, yasa seviyesinde bilimsel tahminde bulunabilmek için; izole edilmiş cisimlere ve durağan (Tekrar eden) sistemlere ihtiyacımız var. Ancak, hatırlayın, diyalektiğin bunun tam tersini iddia ettiğini söylemiştik. “Diyalektik yöntem, doğadaki hiçbir şeyin çevresindekilerden ayrı analiz edilemeyeceğini savunur”, doğa sürekli bir devinim halinde olduğundan; ve maddeler organik şekilde birbirine bağlı olduğundan, hiçbir şey izole bir analizin konusu olamaz. Doğa bilimleri bütün gücünü, indirgemecilikten (Tümevarım) ve sistemin tekrar etmesinden alır. Fakat, sosyal bilimler bununla hiç alakalı değildir. Tarih, doğa gibi değildir. Asla izole olarak incelenemez ve döngüler (Pattern) şeklinde ilerlemez.
Tarih ve döngüler hakkındaki değerlendirmeme devam etmeden önce, bir parantez açmak istiyorum. Burada, sunduğum eleştirinin Popper’dan bir noktada ayrıldığını söylemeliyim. Popper, tarihsicinin, tarihte herhangi bir yasa bulmasının mümkün olmadığını söyledi. Bunu söylerken, az önce bahsettiğimiz, doğa bilimleri ve sosyal bilimler ayrımını kullandı ve tarihsiciliği “Test edilemez” olarak tanımladı. Bunları söylerken haklıydı, fakat, konuyu eksik ele alıyordu. Bu eksik, Peter Urbach tarafından fark edildi. Tarihsicilik gerçekten de tarihte bir yasa bulamaz, fakat bu, eğilim ile aynı şey değildir. Urbach’ın işaret ettiği gibi, tarihsiciler, mutlak bir yasa bulmak yerine bir “Eğilim” bulma arayışına girebilirlerdi. [29] Popper aynı zamanda, bu eleştiriyi sunarken, tarihin tekrar edebileceğini (Kısmen de olsa) kabul etmiştir. Bu bağlamda, mutlak yasa arayışını savunmak mümkün değilken; eğilim arayışı, Popper açısından da, temellendirilebilir gibi duruyor. Aynı zamanda, Popper’ın itirazda bulunduğu şekliyle tarihsici hipotezler yanlışlanabilirdir. Tarihsicilerin genellemeye başvurmaları ve açık bir kehanette bulunmaları, toplumsal olayların hipotez ile paralel ilerleyip ilerlememesine göre test edilebilir ve bunun sonucunda yanlışlanabilir. [30] Ancak, bu haklı tespitleri, Urbach’ın her konuda haklı olduğu yanılgısını beraberinde getirmemeli. Urbach (Birçok Marksist gibi) deneycilik konusunda Popper’ı yeterince anlamadı. Urbach, tarihsiciliği, “Test edilerek kanıtlanabilir” olarak göstermeye ve bu yolla Popper’ın hipotezini çürütmeye çalıştı. Fakat, yanıldı. Popper, test edilerek kanıtlanmış bilginin bir taraftari değildi. Ona göre, test yöntemi yalnızca bir hipotezi yanlışlayabilirdi, test ile kanıtlanmış hipotez hiçbir şey ifade etmiyordu. İşte Popper’dan ve Urbach’dan ayrıldığımız nokta tam olarak burası. Yanlış bir deneycilik okuması ve yanlış bir tarihsicilik değerlendirmesi bizi asla hedefe ulaştırmayacaktır.
Marksizmi tartışırken, bahsetmemiz gereken ilk nokta, onun sosyal bilimlere olan uzaklığıydı. Bundan yukarıda bahsettik. Marksizmin sosyal bilimlere uzaklığı, yöntemsel birçok farklılığı beraberinde getirdi. Marksist yöntem, doğa bilimlerinin yöntemleriyle sosyal analizler yapmaya çalıştı. Sosyal analizlerini oluştururken, klasik bir doğa bilimcisinin yapacağı gibi, indirgemeci bir yol izledi. Birçok parçayı bir araya getirdi ve hepsini bir eğilim (Veya “Yasa”) oluşturmak için bütüncül şekilde inceledi. İşte, Marksizmin bilimselliği konusundaki tereddütlerimizi besleyen mesele tam da bu yöntemin kendisinde yatmakta. Tümevarımcı yöntemin doğası gereği, birleştirilecek parçalar, sonuca ulaşacak kişi tarafından seçilir. Bu seçimlerin objektifliği ise her zaman tartışma konusudur. İstenen sonucu vermesi için özenle düzenlenme serbestliğine sahip bir yöntem, nasıl olur da güvenilir gözükebilir?
Metodolojik bir sınırlamaya sahip olmamak (Yani verileri istediğin gibi düzenleyebilmek) bilimselliği öldürür. Bu yolla yapılan hiçbir analizde tarafsızlığı görmemiz mümkün değildir. Literatürde buna Ad hoc adı veriliyor. Ad hoc’un tanımı, en basit haliyle, verileri istediğimiz gibi düzenlemek ve bu yolla “Yanlışlamadan” kaçmaktır. [31] Marksizmin Ad hoc yöntemini benimsemesinin en erken tespiti Eugen von Böhm-Bawerk tarafından Sermaye ve faiz isimli eserinde, henüz Kapital’in tüm ciltleri yayımlanmamışken iddia edildi. Bu tespit ilerleyen yıllarda daha da geliştirildi ve hatta bazı marksistler tarafından kabul edildi. John Roemer, Marksizmin yöntemsel tarafsızlığını/sınırlamasını değerlendirirken şu çıkarımda bulunuyor: “Marksist mantık ya da açıklamanın [hiçbir] özgül formu yoktur. Çok sık görüldüğü üzere, karanlıkçılık (obskürantizm) bir özel terimler ve ayrıcalıklı mantık yogasının ardında kendisini korur. [Geleneksel] Marksizm’in yogası “diyalektik”tir. Diyalektik mantık belirli bir tümevarımsal cazibesi olan, ancak, çıkarım kuralları olmaktan uzak çeşitli önermeleri temel alır: Şeyler kendi zıtlarına dönüşürler ve nicelik niteliğe dönüşür [ve bütün şeyler “içsel olarak” ya da “sistematik olarak” bağlantılıdır). Marksçı toplumsal bilimde diyalektik, genellikle bir tür tembel teleolojik akıl yürütmeyi doğrulamak için kullanılır.” Değerlendirmemiz, buna neredeyse tamamen katılıyor. Özel kavramlardan kasıt, daha önce değindiğimiz, kavramsal felsefedir. Kant’ın öncülük ettiği Alman İdealizminin, görkemini bu özel terminolojisinden aldığını söylemiştik. Marx, bu konuda onların direkt bir takipçisydi. Onun Materyalizmi (sözde) İdealizmin karşısında yer alıyor gibi görünse de, kavramsal felsefeden yalnızca epistemolojik olarak kopmuştu. Bu çıkarım, Marx’ın Hegel’e ne derece sadık kaldığını kanıtlar niteliktedir. Roemer’ın yöntemsel değerlendirmesine küçük bir ekleme yapacak olursak, çıkarım kuralları olmamasının sebebini, tümevarım yönteminin temellerinde aramamız gerekir.
Tümevarım yöntemiyle yapılan araştırmanın istenilen yöne çevrilmesi için Ad hoc kritik bir öneme sahip. Popper, bu yöntemle yaratılmış hipotezleri bilimsellikten uzak ve “Kötü” hipotezler olarak görmektedir. Bu yöntemin bir diğer bağıntısı da toplum mühendisliğidir. Birçok modernist-devrimci görüşte toplum mühendisliğinin yoğun kullanımına rastlarız. Bu, Marksizmde de mevcuttur ve aslına bakılırsa en büyük problemlerden biridir. Toplum mühendisliği, J. S. Mill’in deyişiyle, “Toplumu yönlendirmek için yapay fakat etkili bir araçtır” ve Marksizmin temelini oluşturan temel taşıdır. Bu mühendislik çeşidi, Marksizme, merkezî planlama, bütüncül inceleme ve yeni bir düzen oluşturma gibi amaçlar katar. Bütüncül inceleme, aslında, Ad hoc ve tümevarımdan çok farklı değildir. Bu üç yöntem, aynı zamanda, ütopyacılığın da temelini oluşturur. Ütopyacılığın benimsendiği bir yönetimde, kişilerin önemi bitmekle kalmaz, feda edilecek birer piyon olmaya başlarlar. Lenin’in, devrimi gerçekleştirecek kitleleri, “Kalabalık bir yığın” olarak nitelendirmesi ve hiçbir zaman derinlemesine analiz yapmayı denememiş olması, Marksist yöntemlerin bir sonucudur. [32] Bütüncül analiz, tümevarımdan sonraki aşamadır. Tümevarımın neden tarafsızlığı yok ettiğinden bahsetmiştik, konumu itibariyle bütüncül analiz de aynı durumdan mûzdariptir. Bütüncül analizin tarafsız olma şansı yoktur, analizi yapan kişinin görüşlerine ve veri toplayabileceği ortamın sınırlarına sıkışıp kalmıştır.
Bilimsellik meselesini değerlendirirken değinmemiz gereken bir diğer nokta dogmatizmdir. Edmund Husserl’ı anacak olursak, Marksizmin (Husserl meseleyi Marksizm üzerinden ele almaz, onun genel tabirle disiplin olarak bahsettiği şey -konumuz açısından- Marksizmdir) bilimselliği konusunda olumlu bir sonuca varabilmemiz için temellerinin doğa bilimlerinden alınmış olması yetersizdir. Yöntemleri, konuları ve problemlerinin de bilimsel olması gerekmektedir. Marksizm ise, bilimselliğini, doğa bilimlerinden aldığı temellerine dayandırmaya çalışıyor ve yöntemsel kısmı pek önemsemiyor gibi görünmektedir.
Aslına bakılırsa, bahsettiğimiz her şey -yüzeysel bir şekilde- Engels tarafından biliniyordu, ve hatta bunu itiraf etmişti. Dialectics of Nature’da, “Canlı cisimlerin çok karmaşık koşullar altında işlediğini ve bunun analizini yapmamızın niceliksel olarak şimdilik imkansız olduğunu” yazıyordu. Bunu bilmesine (Hatta dile getirmesine) rağmen neden bu yöntemden dönmediği cevabını bilmediğim bir sorudur. Bunun bir Ad hoc örneği olup olmadığı ise tartışılmalıdır. Doğrusunu söylemek gerekirse, söylediğim hiçbir şey, herhangi bir kesinlik iddiası taşımamakta. Tartıştığım yöntemsel zemin ve sunduğum argümanlar, yalnızca, gördüğüm çelişkilerdir ve Marksizm konusunda benden daha yetkin olduğu çok açık olan Marksistlerinin cevaplaması sonucunda bilimsel ilerleyişimizin bir “Sentez” ile devam etmesini amaçlamaktadır.
Kaynaklar
- WEBSITE Çan, A., & Ekinli, İ. (1989, January). Marksist yöntem üzerine. Gelenek. [Gelenek]
- WEBSITE Robinson, B. (2011, October 12). Can you have Marxism without dialectics? Workers’ Liberty. [Workers’ Liberty]
- BOOK CHAPTER Marx, K. (2011). Das Kapital (pp. 28-29). Yordam Kitap.
- BOOK CHAPTER Ateşoğlu, G. (2013). Hegel’e Dönüş: Akademik Revizyonizmin Gizli Nedeni. In Hegel – Alman İdealizmi II (pp. 486–501). Doğu Batı Yayınları.
- BOOK CHAPTER Saygın, T. (2018). Hegel-Marx ilişkisi bağlamında Althusser (p. 131). Ethos: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar.
- BOOK CHAPTER Levine, N. (2012). Marx’s Discourse with Hegel (p. 181). Palgrave Macmillan.
- BOOK CHAPTER Levine, N. (2012). Marx’s Discourse with Hegel (p. 200). Palgrave Macmillan.
- BOOK CHAPTER Copleston, F. (2009). Bölüm: 1a. In Felsefe Tarihi Hegel (Vol. 7, p. 11). İdea Yayınevi.
- BOOK Kant, I. (1781). Critique of pure reason. Cambridge University Press.
- JOURNAL Altuntaş, E. (2015). Aydınlanma Döneminden Günümüze Bilimsel Bilginin Temelindeki Ana Sorunsal: İdealizm-Materyalizm Tartışması ve Diyalektik Yöntem. Uluslararası Ilişkiler Dergisi, 12(47), 27–43. [DergiPark]
- BOOK Stace, W. T. (2018). Hegel Üzerine. Fol Kitap.
- BOOK CHAPTER Uçar, Ş. (1993). Tarih Felsefesi Yazıları (pp. 153-154). Vadi Yayınları.
- BOOK CHAPTER Özlem, D. (2012). Tarih Felsefesi (p. 224). Notos Kitap.
- PUBLISHED DISSERTATION Göymen, A. Y. (2008). Hegel ve Marx’ın tarih anlayışlarının karşılaştırılması (p. 106) [Master’s thesis]. Ankara Üniversitesi. [Ankara Üniversitesi Akademik Arşiv Sistemi]
- PUBLISHED DISSERTATION Göymen, A. Y. (2008). Hegel ve Marx’ın tarih anlayışlarının karşılaştırılması (p. 110) [Master’s thesis]. Ankara Üniversitesi. [Ankara Üniversitesi Akademik Arşiv Sistemi]
- BOOK CHAPTER Hegel, G.W.F. (2006). Tarih Felsefesi (p. 21). İdea Yayınları.
- BOOK CHAPTER Hegel, G.W.F. (2006). Tarih Felsefesi (p. 21). İdea Yayınları.
- PUBLISHED DISSERTATION Göymen, A. Y. (2008). Hegel ve Marx’ın tarih anlayışlarının karşılaştırılması (p. 107). [Master’s thesis]. Ankara Üniversitesi. [Ankara Üniversitesi Akademik Arşiv Sistemi]
- BOOK CHAPTER Engels, F. (2018). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (pp. 111-116). İş Bankası Kültür Yayınları.
- BOOK CHAPTER Popper, K. R. (2002). Conjectures and Refutations: The Growth of Scientific Knowledge (p. 338). Psychology Press.
- BOOK CHAPTER Stalin, J. V. (1938). Bölüm 1 – Başlık a. In Dialectical and Historical Materialism. International Publishers.
- BOOK CHAPTER Stalin, J. V. (1938). Bölüm 1 – Başlık d. In Dialectical and Historical Materialism. International Publishers.
- BOOK Marx, K. (2011). Kapital (Vol. 1). Yordam Kitap.
- JOURNAL Kain, P. J. (1980). Marx’s Dialectic Method. History and Theory, 19(3), 294–312 [JSTOR]
- WEBSITE Kroner, R. (2010, December 1). Tarih ve Tarihsicilik. Tarih İncelemeleri Dergisi, 25 (2), 637-643. [DergiPark]
- BOOK CHAPTER Marx, K. (1997). Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi (pp. 191-209). Sol Yayınları.
- PUBLISHED DISSERTATION Reinfelder, M. (1985). Marx on natural science (p. 7) [Doctoral dissertation]. University of Kent. [University of Kent Academic Repository]
- BOOK CHAPTER Hempel, C. G. (1965). Philosophy of Natural Science (pp. 291-294). Prentice Hall.
- WEBSITE Urbach, P. (1978). Is Any of Popper’s Arguments against Historicism Valid? The British Journal for the Philosophy of Science, 29(2), 118–119. [JSTOR]
- WEBSITE Urbach, P. (1978). Is Any of Popper’s Arguments against Historicism Valid? The British Journal for the Philosophy of Science, 29(2), 119. [JSTOR]
- BOOK Roemer, John. (1986) Analytical Marxism (pp. 191). In Peffer, R.G. (2001). Marksizm, Ahlak ve Toplumsal Adalet. Ayrıntı Yayınları (pp. 28).
- BOOK Lenin, V. İ. (1975). Ne Yapmalı? Evren Yayınları. s. 203.
Tarih kategorisindeki ilk içeriğimizi verdiğiniz için teşekkür ederiz : D