Her bir filmi kült yapım olmuş, usta yönetmen Stephen Spielberg’ün Jurassic Park filmini bilirsiniz: Dünya sinemasının o güne kadar hiç görmediği gerçekçilikte dinozorlu sahnelere sahip olan, Titanic filmi çıkana kadar en yüksek hasılat rekorunu elinde tutmuş ve 30 yıldan uzun süre önce çekilmiş olmasına rağmen yeni neslin bile sıkılmadan izleyebileceği bir film. Peki, dinozorların ekranda bu denli canlı ve inandırıcı görünmesini hedefleyen Jurassic Park ne kadar gerçekçiydi?
Büyük yankı uyandırmasına rağmen bahsi geçen filmde hatırı sayılır miktarda bilimsel hata da herhangi bir Hollywood yapımında var olduğu gibi elbette, var. Elbette sayacağım hataların pek çoğu o zamanın dinozor anlayışı için yanlış değildi, günümüze kıyasla çok daha az şey biliniyordu. Paleontoloji için çok önemli bir devrim olan “Dinozor Rönesansı” henüz yeni başlamıştı dolayısıyla dinozorlar bu anlayışa uygun olarak tasarlanmış olsa da eksiklikler ve yanlışlar vardı. En büyüğü ile başlayalım: “Kımıldama! Kımıldamazsak bizi göremez.”

Tyrannosaurus rex’in (Zorba kertenkeleler kralı) ilk ortaya çıkışı… Parkta bütün sistemler devre dışı kalmıştır ve kendini kafesin dışına atan ilk dinozor meşhur T.rex’ten başkası değildir. Arabalara saldırdığı sırada filmin dinozor uzmanı Dr. Alan Grant çocuklara sakin olmalarını ve kımıldamamaları gerektiğini söyler. Çünkü o zaman dev yırtıcı onları göremeyecektir.
Aksine dinozorların, en azından etobur olanların, gayet zeki olduğunu biliyoruz. Özellikle de T.reximizin. Kafatası fosillerine yapılan MR taramalarında görüldüğü üzere dinozorlar arasında kafatasının içinde beyne en büyük yerin T.rex’de ayrılmış olduğunu söyleyerek başlayalım. Dinozor çapında büyük kabul edilen bu beynin koku alma ve görme fonksiyonlarını kontrol eden kısım ise çok gelişmiştir. Görüş duyusu da harekete duyarlı değildir.
Ayrıca gözleri diğer etobur dinozorlar gibi kafasının iki yanındadır ama birbirlerine paralel değildir, insanlar gibi doğrudan önde de değildir. Bunun yerine yanları daha geniş bir açıyla görebilmesini sağlayan aynı zamanda öndeki bir şey için de iki gözle görüntü sağlayacak mükemmel bir açıdadır. Buna binoküler görüş denir ve etobur dinozorların çok azında vardır. Dolayısıyla bu sahne: “Jurassic Park ne kadar gerçekçiydi?” sorusunu akıllara getirmiyor değil. Bilimsel doğruların gerilim yaratmak uğruna nasıl arka plana alındığının en iyi örneklerinden biri.

Kafatasının üstten görünümü
Üç boyutlu görme yetisine sahiptir. Bu yönleriyle de sürüngenlerden ziyade kuşlara benzer (Chamaeleonidae familyası yani bukalemunlar, Boidae ve Viperidae familyaları içerisinde yer alan yılan türleri istisnadır.). Yani en azından bizim kadar iyi görürler. Bütün bunların hepsini yok saysak bile yalnızca koku duyusuyla bile avlarını bulabilir. Yani yağmurun altında, bir arabanın yanında dikilen bu yanlış bilgilendirilmiş insanlar muhtemelen kolay av olurdu. Bir diğer yanlışlık da T.rex’in hızıdır. 4 metre yüksekliğe, 13 metre uzunluğa ve 10 ton ağırlığa erişebilen bu dev dinozor maalesef bir aracın peşinden koşacak kadar hızlı değildi.
Tek sıkıntı ağırlığı da değil, kalça yapısı ve bacak – gövde oranları nedeniyle saate 40 km/s kadar bir hız ile koşabilirdi. Yani araç ikinci vitese geçtiği anda onun tozunu yutardı. Fakat yine de bu hızıyla koşarak kaçan bir insanı yakalayabilirdi. Avlanma stratejileri hakkında da 1990’lardan beri doğru kabul ettiğimiz pek çok şey değişti elbette. Örneğin bir sürat koşucusundan ziyade bir pusucu olduğunu biliyoruz. Timsahlar gibi avına mümkün olduğunca yaklaşırdı ve yine aynı timsahlar gibi ani ve çok hızlı bir saldırıyla avını yakalardı. Yirmi santimlik dişleri avının derisine ve hatta kemiklerine gömüldükten sonra da film sona ererdi.

Aslında onun için 40 km/s hız gayet yeterliydi. Çünkü Kreatase dünyasının Kuzey Amerika’sında yaşayan T.rex genelde kendisinden daha hızlı olmayan ama en az kendisi kadar ağır hayvanları avlıyordu: Ördek gagalı dinozorlardan Edmontosaurus ve Parasaurolophus, canlı tank olarak anılan ağır zırhlı Ankylosaurus ve elbette ki yüz yıldır daimî gözdelerden olan Triceratops. Özellikle kafasında insan boyunda, kafatasından direkt uzamış boynuzlara sahip Triceratops gayet tehlikeliydi hatta bazı av girişimleri kudretli T.rex’in aleyhine bile sonuçlanabiliyordu. Bu çevrede iki milyon yıl yaşamış T.rex’in de bedeni, hız yapmaya değil kaba kuvvet uygulamaya yönelik evrimleşmişti. 1902 yılında ilk T.rex iskeletinin Barnum Brown tarafından keşfedildiği günden beri de bu dinozor hakkında değişmeyen bir şey varsa o da müthiş güçlü oluşu.
Tyrannosaurus rex karada yaşamış ve yaşayan hayvanlar arasındaki en kuvvetli ısırığa sahipti. Günümüzde yaşayan en güçlü ısırığa sahip olan hayvanlardan biri sırtlandır. Bir sırtlan 4.500 Newton kuvvetinde ısırır. Bu kendisinden büyük hayvanların kemiklerini kırıp parçalaması için yeterlidir. Besin zincirinin tepesindeki avcılardan olan timsah ise 15.000 Newton. T.rex ise en az 30.000 Newton kuvvetinde ısırıyordu! Üstelik yeni yapılan araştırmalardan elde edilen veriler ışığında ise bu basınç kuvvetinin 64.000N’a kadar çıkabileceği düşünülüyor. Bu ise yetişkin bir filin ağırlığına eşit! Bir afrika filinin yere uyguladığı kuvvet 50.000 newton civarıdır. [4]
T.rex çenesi yapısı
Bu rakamı 1,5 metre uzunluğunda ve yaklaşık 30 santimetrelik dişlerle dolu bir çeneyle bir arada düşünün. Ne kadar hasar verebileceğini hayal edebilirsiniz. Bu korkunç gücünün yanı sıra dev yırtıcılar arasında bedenine oranla en gelişmişi kabul edilen T.rex beyni de duyularını daha kuvvetli kılıyor ve sosyal yaşam, av stratejileri gibi hayatı kolaylaştıran konulara çalışıyordu. Artık bütün bilim camiası T.rex’in en azından kediler kadar zeki olduğunu kabul ediyor.

Filmdeki ve gerçekteki Dilophosaurus boyut kıyası
İlk bakışta en göze çarpan bilimsel tutarsızlık ise Dilophosaurus’ta. Filmde yer alan dinozorlar arasında gerçekten Jura devrinde yaşamış iki dinozordan biri olan Dilophosaurus gerçekte 6 metre gibi etkileyici bir uzunluğa sahipti, filmdeki gibi bir köpek boyutlarında değildi. Boynunun çevresinde bir yelpazeye sahip olduğuna ya da zehirli tükürük ile avlandığına dair de paleontoloji camiasının elinde hiçbir somut kanıt bulunmamaktadır. Yine de etkileyici bir sahneydi orası ayrı. Sahnenin yansıtılış şeklinin kendine özgü bir tarzda olduğunu da vurgulamak gerekir.

Filmin adını aldığı Mezozoik zaman diliminde yaşamış olan diğer dinozor ise Brachiosaurus idi. En popüler ve keşfi en eskiye dayanan dinozorlardan olan devasa Brachiosaurus 25 metre uzunluğunda ve tam 10 metre boyundaydı! Ağırlığı 30-40 ton arasıydı. Bu 6 adet afrika filine denktir. Üstelik fillerin aksine Brachiosaurus karasal ekosistemin en büyüğü de değildi. Uzunluğu da ağırlığı da onun neredeyse iki katı olan dinozorlar vardı, örneğin Argentinosaurus.

Filmdeki kısa rolünde bir yanlışlık yoktu ama bu sahnede Alan Grant ve Ellie Sattler karakterleri çok önemli bir konudan bahseder: Dinozorlar sıcakkanlı mı soğukkanlı mı? Dinozor Rönesansı dediğimiz döneme kadar (Paleontolog John Ostrom ve devamında öğrencisi Robert Bakker tarafından gerçekleştirilen bilimsel bir devrim. 1970’lerde başlamıştır.) [2] hepsinin soğukkanlı, hantal, kuyruklarını yerde sürüyen ve gayet aptal olduğu görüşü hakimdi. Dinozor Rönesansı bu görüşü tamamen değiştirdi. Artık hiç değilse etoburların sıcakkanlı olduklarını kabul ediyoruz. Bu da onları daha zeki ve daha çevik yapıyor. Sürüngenlerden ziyade kuşlara benzediklerini doğruluyor ve kuşların dinozor kökenli olduğuna en dair en sağlam kanıtı sunuyor.
Kuşlara değinmişken dinozorların Avian klanından ve o klanın ayrıldığı dal olan Dromesorlardan bahsedelim. Filmde bu grubu Velociraptor temsil ediyor. Hızlı, zeki ve ölümcül olan bu dinozorlarlar ile ilgili ilk yanlışlık boyutları. Gerçek Velociraptor tıpkı filmin başındaki kazıda Dr. Grant ile konuşan çocuğun söylediği gibi saldırgan ve iri bir hindiye benziyordu. Tüylüydü ve boyutları da kuyruklarını saymazsak ortalama bir hindi kadardı. Şu ana kadar saydıklarımın aksine bu, dönemin günümüze kıyasla gayet sınırlı olan paleontoloji bilgisi nedeniyle bilmeden yapılan bir yanlışlık değil bir tercih.
Film serisinin bilim danışmanı paleontolog Jack Horner, Spielberg’e Deinonychus’u önermiş lakin bu dinozorun ismi yönetmene Velociraptor kadar tehditkâr ve etkileyici gelmemiş. Her şeyden önce Jurassic Park bir belgesel değil bilim kurgu filmiydi ve göze, kulağa hitap etmek biraz daha önemliydi. Öte yandan Velociraptor’un ismi tehditkâr olsa da boyutları filmde bir korku unsuru oluşturmak için yeterli değildi. Bu yüzden yönetmen Jack Horner’ı hem dinlemiş hem de dinlememiş. “Jurassic Park ne kadar gerçekçiydi?” diye sorduğumuz bu noktada filmin bilimsel doğruluğu göz ardı edip sinematik etkiyi ön plana çıkardığını görüyoruz. Neticede Velociraptor’lar kullanılmış ama Deinonychus boyutlarında…
Boyut ve dış görünüş tutmasa da Velociraptorlar ve dahil olduğu takımın diğer üyeleri şüphesiz filmdeki kadar zekiydi. Nasıl en yüksek çene basıncına Tyrannosauruslar sahipse en büyük beyinlere de Dromaesaurlar sahipti. Filmin sonundaki gibi kapı açabilmeleri de gayet mümkündür. Kediler nasıl açabiliyorsa öyle. Üstelik Velociraptorların gayet uzun parmakları da vardı. En belirgin özelliği olan ve koşarken yere değdirmeden yukarıda tuttuğu ayağındaki kavisli, en büyük pençesi de gerçek hayatta aynı filmdeki gibi çalışırdı. Yalnızca av sırasında ya da dövüşürken kullanılan bu pençe ile bitirici hamleyi yaparlardı. [3]

Filmin hikayesinde dinozorların geri gelmesini sağlayan şey bir kehribar fosiliydi. Bir sivrisinek dinozordan kan emer, bir ağaca konar ve reçineye yapışıp kalır. (Evet, sivrisinekler dinozorlar zamanında bile vardı.) Sonra akmakta olan reçineye gömülür ve öylece fosilleşir. Bildiğiniz gibi reçine bazı ağaç türlerinin salgıladığı aşırı yoğun bir sıvıdır. İçerisinde hava bulunamadığı için herhangi bir bakterinin yaşamsal faaliyetleri çalışamaz ve içindeki canlı doku korunmuş olur. Hem de en az mumyalanma ya da buzun içinde donup kalma durumlarında olduğu kadar. Teoride gayet güzel ve de mümkün olsa da ne yazık ki sivrisineğin aksine içindeki DNA günümüze ulaşamaz. Dinozorlar 65 milyon yıl önce Meksika’ya çarpan bir meteor sonucu yok olmuşlardır. Bu da demektir ki en genç dinozor ya da dinozor kanı emmiş bir sivrisineğin en genç fosili 65 milyon yıl yaşındadır. DNA gibi hassas bir yapı için çok ama çok uzun bir süre.
Gerçekten de böyle nadide ve yaşlı fosiller vardır lakin sivrisineğin içindeki kan sindirilmemiş olsa bile, içindeki DNA bir mucize eseri sağlam kalabilmiş olsa bile bir dinozora ait olacağının garantisi yoktur. Bir Mezozoik zaman memelisine ya da bir sürüngene ait olabilir. Hatta daha da öncesinde mevzu bahis sivrisinek erkek veya kan emmeyen bir cins bile çıkabilir. Filmde bir şekilde dinozor genlerini elde etmeyi başarırlar. Normal olarak DNA sarmalında bazı kısımlar eksiktir ve bu kısımlar sürüngen veya amfibilerden alınanlarla tamamlanır. Bu da kulağa güzel geliyor ama gerçekte böyle yapılsaydı ortaya çıkarılan dinozorların talihsiz şekilde kurbağayı andırmaları da muhtemel olurdu.
Yeniden o soru akıllara geliyor: “Jurassic Park ne kadar gerçekçiydi?”. İşte, tam da burada bilimsel olarak mümkün görünen bir fikrin sinematik anlatım uğruna nasıl dramatize edildiğini bir kez daha fark ediyoruz. Eğer günümüz anlayışı ile bir Jurassic Park çekilmiş olsaydı bu eksik kısımları mutlaka kuşlardan alınan parçalarla tamamlarlardı. Örneğin, gayet saldırgan ve dinozoru andıran tepeli devekuşu (Cassowary) daha iyi bir seçim olabilirdi. Bu şekilde gerçeğe en yakın dinozorlar elde edilebilirdi. Zira sanılanın aksine dinozorlar; sözü edilen fizyolojik, morfolojik ve kronolojik veriler göz önüne alındığında evrimsel açıdan sürüngenlerden ziyade kuşlarla daha yakın akrabadır. [4]
Günümüz dinozorları
Bilinen ilk dinozorlar 240 milyon yıl önce gezegende dolaşmaya başlamıştı. Mezozoik zamanın ilk safhasında yani Triyas döneminde yeni yeni ortaya çıkıp gelişmeye başlamışlardı. Jura dönemi ile altın çağlarını yaşadılar ve son dönem olan Kreatase’nin sonuna kadar yani 65 milyon yıl öncesine kadar da evrimin kazananları olarak karanın mutlak hakimleri onlardı hem de Antarktika dahil Dünya’nın her yerinde. 175 milyon yıl çok ama çok uzun bir süre. Kıyas yapmanız adına şunu da ekleyeyim: Modern insan yani Homo sapiens sadece 200.000 yıldır var olmaktadır. Carl Sagan’ın kozmik takvimine göreyse dinozorlar 25 Aralık’ta ortaya çıkar ve 30 Aralık akşamına kadar yaşar. [5] Biz ise 31 Aralık saat 23.50’de ortaya çıkarız. Bilinç kazanıp bilimi, sanatı, felsefeyi icat etmemiz ise ancak son saniyede mümkün olur.
Nesilleri tükenmiş sanabilirsiniz fakat artık bu genel kanının doğru olmadığını biliyoruz. Dinozorların bir takımı hala bizimle beraber yaşıyor: kuşlar. Evrimin temel yasasıdır: Değişime en iyi ve en çabuk ayak uyduranlar hayatta kalır, türünü devam ettirme şansını elde eder. Göktaşının sebep olduğu küresel felaket T.rex, Triceratops gibi devasa türlerin sonu olmuştur. Ama daha ufak dinozorlar özellikle de süzülme/uçma yeteneğini kazanmış olanlar bu becerileriyle ve doldurmaları daha kolay mideleri ile bu yıkımdan sağ çıkmıştır. Kısacası doğal seçilim baskısına karşın zafer almışlardır. Tıpkı atalarımız olan ufak memeliler gibi.

Bugün kuşlar yani yaşayan dinozorlar memelilerinkine denk bir başarı öyküsü sunmaktadır. Dünyamızda mevcut 6.000’den fazla memeli türü vardır. Kuş türlerinin sayısı ise yaklaşık 10.000’dir. Aynı memeliler gibi çok sıcak, çok soğuk fark etmeksizin gezegenin en ücra köşelerine bile ulaşmış ve hem sucul hem de karasal yaşama ayak uydurmuşlardır. Bu başarıyı da elbette antik kuzenlerine yani dinozorlara borçlular! Netice itibarıyla yazının ana sorusu olan: “Jurassic Park ne kadar gerçekçiydi?” sorusuna tek bir cümleyle karşılık vermek gerekirse: Bugün bile dinozorlarla aynı dünyayı paylaştığımızı düşünürsek Jurassic Park, sandığımızdan daha gerçekçi ama bir o kadar da eksik bir hikâyeydi.
- KİTAP Arıkan, M. (2009). Dinozor Kitabı. NTV Yayınları.
- KİTAP Kegel, B. (2020). Dinozorların Tükenmeyen Soyu: 66 Milyon Yıl Önce Hepsi Yok Olmadı (S. Özgün, Trans.). Say Yayınları.
- KİTAP Brusatte, S. (2023). Dinozorlar Çağı – Dünyanın En Çarpıcı Hayvanlarının Yükselişi ve Çöküşü (N. Taşçı, Trans.). Koç Üniversitesi Yayınları.
- KİTAP Benton, M. J. (2024). Dinozorların Yeniden Keşfi – Bilimsel Bir Devrim Tarihi Nasıl Yeniden Yazıyor? İrene.
- KİTAP Sagan, C. (2012). CENNETİN EJDERLERİ: İnsan Zekasının Evrimi Üzerine Düşünceler (M. Doğan, Trans.). Say Yayınları.
APA 7: Cucunel, U. & Axology Journal. (2025, February 12). Jurassic Park Ne Kadar Gerçekçiydi? – Bilimsel Analiz. PerEXP Teamworks. [Makale Bağlantısı]
Dergiyi görüntüle!
Devamını bekliyoruz