Follow
Abonelik Formu

Hugo Simberg’in Yaralı Melek Tablosu Üzerine Bir İnceleme

Haavoittunmuş bir melek, insan deneyimindeki acıları ve zorlukları temsil eder. Bu acılar, bize içsel büyüme ve öğrenme fırsatları sunar, ve belki de bu meleklerin en güçlü yanı, yaralarından yeniden doğma yeteneğidir.

APA 7: Toksoy, M. (2023, October 9). Hugo Simberg’in Yaralı Melek Tablosu Üzerine Bir İnceleme. PerEXP Teamworks. [Article Link]

Sergi & Müze Gezginleri Ekim 2023 Sayısı: Hugo Simberg’in Yaralı Melek Tablosu Üzerine Bir İnceleme

Hugo Simberg’in Yaralı Melek Tablosu Üzerine Bir İnceleme, Sergi & Müze Gezginleri kuruluşu (Dergi) bünyesinde oluşturulmuş Sergi & Müze Gezginleri Ekim 2023 serisine ait sanat makalesidir.

Yaralı Melek tablosu (Haavoittunut enkeli) Fin ressam Hugo Simberg’in 1903’yılında yaptığı eserdir. Simberg 1873 yılında doğup, 1917 yılında ölmüş ve 44 yıllık yaşamına onlarca eser sığdırmıştır. Onun en ünlü eseri ise Yaralı Melek isimli tablosudur.

Simberg, genel olarak eserlerinde neyi anlatmak istediğine dair herhangi bir açıklama sunmaz ve yorumu izleyicilere bırakır. Ben ise bu analizde öncelikle ressamın yaşadığı dönemde Avrupa ve Fin ulusal durumuna kısaca değinecek, Simberg’in hayatı üzerine eğilecek , ressamın Yaralı Melek isimli tablosunda neyi anlatmak istediğini irdeleyecek, daha sonra bizatihi eserin bende uyandırdığı izlenimlerini açıklayacak ve son tahlilde süreç ve bütünlük yöntemlerine bağlı kalarak öznel yorumlamalarımı okura sunacağım.

Finlandiya, tarih boyunca doğu ve batı arasında kuzeyde yer alan küçük bir yer olmuştur. Finlandiya tarihi, ticaret yolları, kültürlerin buluşması ve büyük komşuların arasında geçirilen bir yaşamın öyküsüdür. Finlandiya’da insan yaşamı MÖ 9000’de Son Buzul Dönemi’nin ardından başladı. Taş Devri’nde çeşitli seramik kültürleri ortaya çıktı. Tunç ve Demir çağlarında diğer Fennoskandiya ve Baltık kültürleriyle ilişkiler güçlendi

13. yüzyıl sonlarından itibaren Kuzey Haçlı Seferleri’nin bir sonucu olarak İsveç’in egemenliği altına girdi. 18. yüzyılın ilk yarısında Rusya ile İsveç arasında yaşanan uzun süreli savaşlarda Finlandiya iki devlet arasındaki bölgede kaldı ve bu süreçte iki kez Rusya tarafından işgal edildi. Savaşlar Fin halkını ve coğrafyasını derinden etkilemiş; on binlerce insan açlık, kıtlık, salgın hastalık ve çatışmalar nedeniyle bu süreçte hayatını kaybetmiştir. 18. Yüzyıl ortalarından itibaren bağımsızlık düşünceleri dillendirilmeye başlanmış fakat güçlü bir karşılık bulamamıştır. 1808-1809 yılları arasında Rusya ile İsveç arasında yaşanan Finlandiya Savaşı neticesinde İsveç’in yaklaşık 650 yıllık hâkimiyeti sona ermiş ve 1917 yılına kadar sürecek olan Rus hâkimiyeti başlamıştır.

Bu dönemde Finlandiya Büyük Dukalığı, Çarlık Rusya’ya bağlı bir özerk yönetim olarak varlığını sürdürdü. Bu sırada, İsveç egemenliği altında kabul edilen yasaların birçoğu yürürlükte kaldı. Rus özerkliği döneminde Fin ulusal sanatı büyük bir atılım gerçekleştirdi ve bağımsızlık fikri yayıldı. Aynı zamanda Fincenin etkinliği artmaya ve yüzyıl ortalarından itibaren milliyetçi fikirler yaygınlaşmaya başladı. 1860’lı yıllarda yaşanan Avrupa tarihinin en büyük kıtlıklarından biri olan kıtlık sürecinde nüfusun yaklaşık beşte biri hayatını kaybetmiş, bu tarihten itibaren yapılan yatırımlarla ekonomi toparlanmaya başlamıştır. Finlandiya 6 Aralık 1917 tarihinde bağımsızlığını ilan etti (Simberg’in öldüğü yıl) ve Rusya’da Ekim Devrimi’nde yönetime geçen Bolşevikler, 31 Aralık 1917 tarihinde Finlandiya’nın bağımsızlığını kabul ettiler. Şimdi de Fin tarihinin Rus özerkliğinden, Ekim Devrimi’ne kadarki bölümünde (1809-1917) Avrupa’daki genel duruma kısaca bir göz atalım. Çünkü, 19. Yüzyıl dünya tarihi açısından da bir dönüm noktasıdır.

Napolyon Savaşları’ndan sonra, Britanya İmparatorluğu, dünya nüfusunun dörtte biri, yüz ölçümünün üçte birine hakim olarak dünyanın önder gücü haline gelmiştir. (Ne önder ama!) 19. yüzyıl aynı zamanda yeni icat ve keşiflerle beraber pozitif bilimlerde ciddi atılımlara sahne olmuştur. Tıp, matematik, fizik, kimya, biyoloji, elektrik gibi alanlarda gelecek yüzyılın hızlı gelişen teknolojik yeniliklerinin temelleri atılmıştır. Bu yüzyıl aynı zamanda bir siyasi devrimler çağıdır. Özellikle 1830-1848 yılında ortaya çıkan ayaklanma ve özgürlük hareketleri İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, Polonya, Romanya, Belçika, Hollanda ve Macaristan’da sarsıcı etkiler yaratmıştır. Bu etkiler, özellikle 1789 Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’daki en geniş çaplı hareketler olmuştur.

Buhar makinesinin icadı, fabrikalaşma, demiryolları taşımacılığının başlaması ve daha birçok gelişme sanayi devrimini başlatarak kapitalizmin doğuş aşamasını oluşturmuş, onlarca ülkede kentleşme hareketleri artmış ve dünyadaki birçok büyük şehrin nüfusu, bu dönemde bir milyonun üstüne çıkmıştır . Bu gelişmeleri takriben ucuz iş gücü artmış, yeni ekonomik ve siyasal sistemlerin şafağında insan emeğine vahşice bir saldırı başlamış, ve bunun sonucu olarak sömürgecilik faaliyetleri hız kazanmıştır.

Simberg’in yaşamı

Simberg, 24 Haziran 1873’te Hamina’da , Finlandiya’da, Albay Nicolai Simberg‘in oğlu olarak dünyaya geldi. 1891 yılında, 18 yaşındayken, Viipuri Sanat Dostları Çizim Okulu’na kaydoldu ve aynı zamanda 1893-1895 yılları arasında Finlandiya Sanat Topluluğu Çizim Okulu’nda eğitim gördü. Daha sonra, 1895’te, ünlü ressam Akseli Gallen-Kallela’nın vahşi doğa stüdyosunda özel öğrencisi olarak üç dönem boyunca çalıştı. 1896’da Simberg Londra’ya, 1897’de Paris ve İtalya’ya gitti. Bu yıllarda Finlandiya sanatçılarının sonbahar sergilerinde Sonbahar, Don, Oynayan Şeytan ve Alexandra Teyze (1898) gibi pek çok eserini sergiledi ve bunlar başarılı bulundu.

Ressamın bu kritik başarıları, Finlandiya Sanat Derneği’ne üye olmasına ve Viipuri Sanat Dostları Çizim Okulu’na öğretmenlik yapmak üzere atanmasına yol açtı. 1904 yılında, Magnus Enckell ile birlikte yürüttüğü bir proje olan Tampere’deki St John kilisesinin iç mekanını dekore etmekle görevlendirildi. 1907’den 1913’e kadar Ateneum’daki Finlandiya Sanat Derneği Çizim Okulu’nda ders verdi. 1910’da Anni Bremer ile evlendi. Tom ve Uhra-Beata adında iki çocukları oldu. 12 Temmuz 1917’de Ahtari’de öldü.

Biyografisini yazan Helena Ruuska, onun uzun süre bilinmeyen bir hastalıkla, muhtemelen frengiyle (?) mücadele ettiğinden şüpheleniyor ancak yazının başında da belirttiğim gibi, kimi kaynaklarda da bunun Menenjit tipi bir sinir sistemi rahatsızlığı olduğundan bahsedilir. Yapıtlarının büyük çoğunluğu Finlandiya’da, pek çoğu da Helsinki ve Tampere’deki müzelerde bulunuyor. Eserlerinin en büyük koleksiyonu Finlandiya Ulusal Galerisi’ne (Ateneum Galerisi) aittir. Simber’in eserleri bugün hala sanat camiasına ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.

Eserin analizi

Simberg, daima eselerindeki anlamı açıklamaktan kaçınmış, herkesin kendi sonuçlarını çıkarmaları gerektiğini söylemiştir. Öyleyse ben bu yazıda Simberg’in bu eseri ne amaçla, hangi duygularla ve neden ortaya çıkardığını irdeleyecek, ancak bunu yaparken bir yandan da eserin bende (İzleyicide) uyandırdığı hisleri açıklayacak, ve bunu bütünlüğe bağlı bir şekilde yorumlamaya çalışacağım. Ressam, temel motivasyonlarını ve tablonun anlamını açıklamadığı için, bunu nesnel olarak asla bilemeyeceğiz. (Bir sanat eseri ve onun temsil ettiği anlam için, bu tip bir ilkesel pozisyonu doğru buluyorum) Bize düşen, sübjektif görüşlerimizi aktarmak, ancak bunu yaparken bütünün diğer dolayımlarını da göz önünde bulundurmaktır. Yazının bu bölümünden sonra sıkıcı akademivari düz yazı dilini bırakarak anadilimde konuşmaya başlayacağım, yani eleştirel, sert, sivri ve kuralsız…

İnsanlar yaşadıkları gibi düşünürler.

Friedrich Engels

Yaralı Melek, tıpkı ressamın diğer eseleri gibi alabildiğince kasvet dolu bir temaya sahiptir. Resmin genelinde siyah ve kahverengi tonlar cüretkarca kullanılarak mistik ve karanlık bir atmosfer yaratılmıştır. Bu, gerek yaşadığı dönemdeki dünyanın genel durumu, gerekse de kişisel hayatıyla (Yakalandığı hastalık gibi) doğrudan ilgilidir. Ressam, arka plan manzarası olarak Helsinki’de bulunan bir nehri taslak olarak kullanmıştır, mevsim sonbahardır, ağaçlar yapraklarını dökmeye yüz tutmuş, çiçeklerin boynu bükülmeye başlamıştır. Simberg’in gerçek bir manzara görüntüsünü kullanması bize açıkça şunu söyler; ressam gerçeklikle bağlarını koparmamıştır, bir ayağı gerçek dünyada iken, diğer ayağı imgeler dünyasındadır ve sanatçı, tam da olması gerektiği gibi iki dünyayı harmanlayarak vermek istediği mesajları resim yoluyla sembolize etmektedir.

Yaralı Melek, tıpkı ressamın diğer eseleri gibi alabildiğince kasvet dolu bir temaya sahiptir. Resmin genelinde siyah ve kahverengi tonlar cüretkarca kullanılarak mistik ve karanlık bir atmosfer yaratılmıştır. Bu , gerek yaşadığı dönemdeki dünyanın genel durumu, gerekse de kişisel hayatıyla (Yakalandığı hastalık gibi) doğrudan ilgilidir. Ressam, arka plan manzarası olarak Helsinki’de bulunan bir nehri taslak olarak kullanmıştır, mevsim sonbahardır, ağaçlar yapraklarını dökmeye yüz tutmuş, çiçeklerin boynu bükülmeye başlamıştır. Simberg’in gerçek bir manzara görüntüsünü kullanması bize açıkça şunu söyler; ressam gerçeklikle bağlarını koparmamıştır, bir ayağı gerçek dünyada iken, diğer ayağı imgeler dünyasındadır ve sanatçı, tam da olması gerektiği gibi iki dünyayı harmanlayarak vermek istediği mesajları resim yoluyla sembolize etmektedir. Genel anlamda bakıldığında resmin koyu tonlarını yumuşatan iki figür vardır; bunlar arkadaki nehir (Mavimtrak)ve meleğin (Beyaz) rengidir. Dikkat edilirse ressamın birçok eserinde su imgesine (Akarsu, deniz vs.) rastlanır, bu imge bilindiği gibi yaşamın, saflığın, duruluğun sembolüdür. Dolayısıyla arka plandaki nehir hem yaşadığı coğrafyanın etkisiyle zihninde yer etmiş gerçek bir imge, hem de mesaj taşıyıcı içeriği olan bilinçli bir sembolik kullanımdır. Simberg, bunca kasvet dolu tonlar kullandığı bir tabloda bile su figürünün olduğu gerçek bir arka planı sanatsal bir teknikle harmanlayarak resme döküyor ve bir mesaj daha veriyor; umut halen var!

Peki umut vardır var olmasına ama, tek başına umut ne işimize yarayacak. Cevap, yine tabloda gizli. Dikkat edin tabloda hiçbir özne durağan halde değildir. Ön ve arkadaki çocuklar yaralı bir meleği, başka bir yere taşıyarak hareket halindedir. Yani eylem devam etmektedir. Ressam dilerse durağan nesneler ve özneler çizebilir ve böyle bir anlatım tercih edebilirdi, ancak bunun yerine hareket halindeki insanları ve meleği eserin merkezinde resmetmiştir. Dolayısıyla eserde yalnızca yoğun kasvet ve umut temaları işlenmemiş, Simberg bunların tam ortasına, izleyiciye bir tokat atarcasına, hareketi ve eylemi resmederek bize şöyle seslenmiştir: ‘’Evet, yaşadığımız dünya ne denli kötü olursa olsun, koşullar ne kadar berbat olursa olsun, ne kadar yara alırsak alalım, umut hep vardır ve yalnızca umut etmek yetmez, dünyayı dönüştüren şey eylemlerimiz, hareketlerimizdir. Yol ne kadar zor ve engelli olursa olsun, ayakta durmaya dahi mecalimiz kalmasa bile yola devam etmeliyiz!’’ -Bu arada melek, metafizik bir varlık olmasına rağmen, tabloda onun taşıyıcısı da insandır. Belki de bu tablo bütün metafizik anlatının (Tanrı, dinler, ruhani gelenekler vs.) çağlar boyunca nasıl aktarıldığına da bir anlamda ışık tutmuştur. Evet, insan eliyle!-

Çarpıcı nokta: Dikey Bakış

Eserde ilk göze çarpan temalardan biri meleği taşıyan arkada taraftaki kahverengi ceketli, kambur ve yüzünde onlarca ifadenin bir arada bulunduğu çocuğun objektife (Yani bize, izleyiciye) doğrudan bakmasıdır. Yüzündeki ifadede ilk bakışta öfkeyi sezersiniz fakat giderek daha derin baktığınızda üzüntüyü, hayal kırıklığını, aşağılanmayı, beklenti kaybını, suçlanmayı ve suçlamayı hissedersiniz. Doğrudan izleyiciye bakış… İşte bu çarpıcıdır çünkü belirli bir hikaye anlatımı olan sanatsal yapımlarda, eserin içindeki öznenin izleyiciye bakması çok nadir olarak görülür ve bu durum bir hayli ürperticidir. Bunun anlamı açıktır, artık siz yalnızca bir izleyici değil hikayeye ortaksınızdır! (Günümüzden örnek verirsek, mesela sinemada Michael Haneke’nin 1997 yapımlı Ölümcül Oyunlar isimli filmi)

Ressamın tablosunda açıkça bir vahşet vardır, melek şiddet görmüş, hırpalanmış ve yara almıştır. (Bakınız kanatlarındaki kırmızı kan izleri) Çocuğun attığı dikey bakışla birlikte hikaye artık oralarda bir yerde, bir tabloda, bir resimde, sizden uzakta değildir, artık siz de hikayenin bir parçasısınızdır. Çünkü tablonun içindeki çocuk da artık sizi izlemektedir. Dolayısıyla insan, bu vahşetin suç ortağıdır. Dünyanın pisliğinden, çürümüşlüğünden ve köhneliğinden ötürü, artık suçlu yalnızca orada bir yerlerde değil, bizzat izleyici, bizzat insandır, yani bizzat bu yazıyı okuyandır!

İyiliğin yegane sembolü olan bir meleği bile hırpalayabilecek kadar vicdansız ve aşağılık bir konuma gelen insan, onu taşıyan arka taraftaki çocuk tarafından yargılanmış ve mahkum edilmiştir. Bu bakış, o mahkum ediştir! Bu bakış açlığın, kıtlığın ve yoksulluğun sorumlularına, ve bunlara umarsızca göz yumanlaradır. Bu bakış, dünyada iyi olan ne varsa (Tabloda melek ile tasvir edilir) onu hırpalanaya ve yok etmeye karar kılmış gözü dönmüş canilere, bencilce bir yaşamı öğütleyen egemen sınıfa, böylesine bir tabloyu bile birer meta durumuna getirerek yapımından tam 103 yıl geçtikten sonra, 2006 yılında onu şaraplar eşliğinde, pürüzsüz takım elbiseleriyle Finlandiya ulusal tablosu olarak seçen Avrupa ve Fin burjuvazisinedir. Bu bakış hepimizedir! Kısaca Simberg’ bu bakış temasıyla bizlere şunu söylüyor: ‘’Sizler, (İzleyiciler, insanlar) artık saf ve masum olduğunuzu iddia edemeyecek kadar suçlusunuz, çünkü eserim doğrudan sizinle temas kuruyor. Bundan kaçamazsınız… Dünyanın bütün rezilliği ve acıları, yalnızca onlara sebep olanların değil aynı zamanda ona göz yumanların da sorumluluğundadır. Her şey birbirine bağlıdır ve siz asla dünyadan (Eserden) yalıtık, izole bir yaşamın hayalini kurmamalısınız, çünkü bu, yapacağınız en büyük hata olur. Tablomdaki bu temas sizi ürkütmemeli, zira adı üzerinde bu yalnızca bir tablo, ancak yaklaşmakta olan felaketin habercisi olan bir tablo. Şayet birgün acı, nefret, üzüntü veya tablomdan anladığınız artık her ne duyguysa, sizin kapınızı gerçek hayatta, gerçek bir temas olarak çalacak. İşte o zaman karşınızda eserim kadar durağan ve soyut bir nesne olmayacak. Gerçekten suçlanacak, gerçekten hırpalacak, gerçekten şiddet görecek, gerçekten kanınız akacak ve gerçekten ezileceksiniz. İşte o gün size bunu yapanlara ve göz yumanlara tablomdaki bakışı atacaksınız…’’

Daha çarpıcı nokta: Bakmamak

İlk bakışta göze çarpan her ne kadar meleği taşıyan arka taraftaki kahverengi ceketli çocuk olsa da, daha yakından baktığınızda esas meselenin meleği taşıyan ön taraftaki siyah kıyafetli çocuk olduğunu anlarsınız. Peki nasıl? Tablodaki bir imge (Arkadaki çocuk) doğrudan bize bakmaktadır. Bu, şu demektir; demek ki bu tablodaki figürler de bizim onu izlediğimiz gibi bizi izleyebiliyor. Öyleyse şu ikinci soru pek tabi sorulabilir: Peki öndeki çocuk neden bize bakmıyor? Meleğin pek tabi bir sebebi vardır, yaralıdır, yorgundur ve hırpalanmıştır. Oysa öndeki çocuk en az arkadaki kadar diridir (Çünkü taşıyabiliyor). Buna rağmen Simberg, öndeki çocuğu böyle resmetmemiş, tam olarak önüne bakan bir şekilde tasvir etmiştir. Peki neden? Gelin birlikte analiz edelim, arkadaki çocukta ilk başta öfkeyi sezdiğiniz halde, (Göz ve bakış pozisyonu) daha yakından bakınca (Dudak pozisyonu) üzüntü ağırlıklı bir duygular silsilesiyle karşılaşırsınız, öndeki çocukta ise ilk başta üzüntü ve yorgunluğu sezdiğiniz halde, daha yakından baktığınızda salt öfkeyi görürsünüz. İşte paradoks buradadır. Ressam hedef şaşırtmaktadır. Resmin asıl vurucu noktası dikey olarak izleyiciye bakan arkadaki çocuk değil, izleyiciyi hiçbir şekilde umursamayan ön taraftaki çocuktur.

Dikkat edildiğinde öndeki çocuk suskundur ancak söyleyeceği çok daha fazla şey vardır, buna rağmen izleyiciyi muhatap almaz, onu bir insan yerine koymaz, onunla diyaloğa geçmez ve yalnızca işine bakar, meleği taşımaya devam eder. Şimdi öndeki figürün ellerine dikkatlice bakın ve daha sonra arkadaki çocuğun ellerini gözlemleyin. Evet, öndeki çocuk, ağaçtan yontulma taşıyıcıları çok daha sert ve sıkı tutmaktadır. Hazır bir yumruğu andıran elleri, açıkça daha öfkeli olduğunu belli etmektedir, oysa arkadaki çocuk onun kadar sert tutmuyor ve yalnızca taşıyabileceği kadar sıkıyor ağaçtan sedyesini. Evet, öndeki figür arkadakinden çok daha öfkeli ve yalnızca kendi önüne, yoluna bakan bir görev adamıdır. Başka hiçbir şeyi düşünmez, ne arkadaki gibi bizi muhatap alır, ne de doğrudan gözlerimize bakar. Şimdi tekrar iki çocuğun kıyafetlerine baktığımızda (Arkadaki kahverengi, öndeki siyah kıyafetlidir) bahsettiğim şeyi ressam sembolik bir renk cambazlığıyla yeniden destekler. Siyah renk bilindiği gibi, güç, disiplin, ciddiyet ve isyanın sembolüdür, kahverengi ise nispeten daha yumuşsak bir renk olup, uyumluluğu, yaratıcılığı ve bereketi sembolize eden doğayla ilintili bir tonalitedir.

Öyleyse Simberg, izleyiciyi umursamayan öndeki siyah kıyafetli ve katı ciddiyetli çocuk imgesiyle bize şunu söylüyor : “Evet, bazılarımız yaşamın o sert dalgalarıyla, yoğun mücadele pratiğiyle ve sivri yanıyla o kadar çok boğuşmuştur ki artık bir diğerini (İzleyiciyi) umursamaz olur. Kısaca gerçek yaşam, keskinleştirir ! Böyleleri için bir diğerinin herhangi bir söylemi veya temas faaliyeti hiçbir anlam ifade etmez, onlar sadece eylemlerle ilgilenir ve yaşamı inşa edip dönüştüren şeyin yalnızca eylem olduklarını bildiklerinden kendi yollarına bakar ve harekete devam ederler. Ben Hugo Simberg olarak, önde çizdiğim bu figür ile gerçek bir sınıfsal pozisyonu ifade etmeye çalıştım, sizler gerçek yaşamın yalnızca estetiği ile ilgilenen, tıpkı yoksulların fotoğraflarını çekip onları binlerce dolara satan, ancak yoksullara hiçbir şekilde insani bir duygu beslemeyen ve onların sorunlarını çözmek için enfak bir katkı dahi sunmayan avrupalı entel burjuvazi gibisiniz. Sizler yalnızca objektife keskin bir şekilde bakan yoksul bir çocuğun bakışlarını tartışıyorsunuz eserimde, oysa asıl tartışmanız gereken şey, meleği taşıyan öndeki figürün neden size bakmadığıdır! Çünkü sizler için, acının, sefaletin ve ezilmişliğin yalnızca estetik bir önemi vardır, asla gerçek bir önemi yoktur. Kahverengi kıyafetle çizdiğim figür sizleri mahkum etmiştir doğru, ancak siyah kıyafetli figür bundan çok daha korkuncunu yapmaktadır; sizi birer insan yerine bile koymamakta ve bütün öfkesiyle kendi yoluna devam etmektedir. İşte, asıl bu, sizin için utanılacak bir olaydır.!”

Melek

Ressam, tablonun tam ortasına beyaz kıyafetli yaralı ve hırpalanmış bir meleği resmetmiştir. Beyaz, masumiyet, ve temizliğin sembolüdür. Meleğin ilk bakışta gözleri bağlı gibi görünsede, aslında bandaj alnındadır ancak gözleri bitkinlikten kapanmış haldedir. Meleğin sağ elinde beş adet kardelen vardır, kardelen ise iyileşmenin, yeniden doğuşun ve duruluğun sembolüdür. Çektiği tüm acılara ve ağaçtan yontulma taşıyıcılara zorlukla tutunmasına rağmen kardelenleri bırakmamıştır. Kanatlarına dikkatli bakılırsa kan izleri vardır ve izleyiciye yakın taraftaki kanadının alt tarafı hafifçe yırtılmıştır. Mitolojik hikayelerden de bildiğimiz gibi bir meleği melek yapan kanatlarıdır ve tam da oradan yara almıştır. Bu durum, öncesinde bilinçli bir saldırganlık eylemine maruz kaldığının çok açık bir göstergesidir.

Güzel olan şudur ki melek, tüm bu yaralarına ve bitkinliğine rağmen halen hayattadır. Simberg bize melek figürü ile şunları söylemeye çalışmıştır: ‘’Umudunuzu koruyun! Dünyanın bütün çirkinliğine, saldırganlığına ve kötülüğüne rağmen, iyiliğe, saflığa, güzelliğe ve yeniden doğuşa inanın. Üstelik insanı insan yapan her şeyin yitip gitmesine, hırpalanmanıza, hor görülmenize ve yok sayılmanıza rağmen inanın… Dünyanın nereye doğru yol aldığını bu tablom aracılığıyla 20. Yüzyılın başından size sesleniyorum ve gittiğimiz yer, hiç de düşündüğünüz kadar aydınlık bir yer değil. Bunun yanında buna dur diyecek, insan kalmaya devam edebilecek ve iyiliğin sürmesine yardımcı olacak bitkin ancak cesur insanları da tanıyorum, işte onlar bu eserimde yaralı meleği taşıyan yüce gönüllü şövalyelerdir…’’

Son söz (Yazardan)

Yaralı melek, işte bu anladıklarım ve anlattıklarım yüzünden benim en sevdiğim tablodur. İfade ettiği şeyler benim için paha biçilemez. Bu sebeplerden ötürü onun hakkında kısa bir inceleme yazısı yazmayı uygun gördüm. Onu kapitalizmin diğer bütün nesnelere yaptığı gibi birer metaya dönüştürmek ciddi bir hakarettir. Bu eser, karşısında viski yudumlanarak aptal entelektüel yorumlar yapılacak bir tablo değil, üzerinde uzunca bir süre düşünülerek anlamlandırılmaya çalışılması gereken devasa bir sanatsal yapıttır. Ayrıca resme bakarak ‘’Ne güzel çizilmiş ya…’’ yorumundan ötesine gidememek birer cümle pornografisidir. Acı, öfke, üzüntü ve çaresizlik yalnızca onu gerçek anlamda yaşayanların taşıyabileceği bir bayraktır ve pek tabi sanatısalyönü ağırdır. Son tahlilde eser, üzerine konuşulacak cümlelerden çok daha fazlası ve gevezelik kabul etmeyecek kadar ciddi bir yapıttır. Ne de olsa ‘’Söylem’’ bir çağın vebasıdır, özellikle de bu çağın…

Kaynaklar

  1. WEBSITE Altıntaş, E. (2022, December 1). YARALI MELEK. Helezon Dergisi. [Helezon Dergisi]

Bu eserin kullanım hakları ve dağıtımı Sergi & Müze Gezginleri’ne aittir.

Yorum Yap

Related Posts
Total
0
Share